Ana sayfa

TEVAZU VE HUŞUUN HAKİKATİ

TEVAZU VE HUŞUUN HAKİKATİ

TEVAZU VE HUŞUUN HAKİKATİ

Tevazu, Hakk’a boyun eğmek ve ilâhî hükme itirazı terketmektir. Huşû ise, kalbin bütün himmet ve düşüncesini toplayarak Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda durmasıdır. Bazıları da huşû kalplerin bütün gaybları bilen yüce Allah’a karşı zillet içinde bulunmasıdır, demişler. Ayrıca şöyle de denebilir: Huşû, kalbin Hak Teâlâ’yı müşâhede etmesinden dolayı iç âlemin edeple boyun eğmesidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Rahmânın kulları yeryüzünde huşû ve tevazu içinde yürürler, cahiller onlara laf attıkları zaman, günaha düşmekten kurtulmak için ‘selâm! der (geçer)ler” (Furkân 25/63).

Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ bana, ‘Birbirinize karşı alçakgönüllü olun. Öyle ki hiçbir kimse bir başkasına karşı zul medip aşırı gitmesin ve hiçbir kimse bir başkasına karşı övünüp böbürlenmesin’ buyurdu.”

“Allah Teâlâ’nın koruduğu hariç, bir kimsenin din ve dünya işlerinde parmaklarla gösterilmesi ona kötülük olarak yeter.”

“Üç şey vardır ki helâk edicidir: Çok cimri olmak, nefsin arzularına uymak, kendi görüşünü veya kendi nefsini beğenmek.”

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez. Kalbinde zerre kadar iman olan kimse de cehenneme girmez.”

Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû] şöyle demiştir:

“Gayp âleminden bir ses işittim. Bana, ‘Ey Ebû Yezîd! Hak Teâlâ’nın hazinesi ibadetle doludur. Eğer Allah Teâlâ’ya ulaşmak istersen, zillete ve fakirliğe sarıl’ dedi.”

Tevazunun Alametleri

Bil ki kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir. Huşû Hakk’a boyun eğmen, halka karşı alçak gönüllü olup onlara yumuşak davranman, hak kimden gelirse onu kabul etmen, hizmette iş, şahıs ve yer farkı gözetmemen, ne dünyada ne de âhirette hiç kimsenin sana muhtaç olmadığını görmen, kendi nefsin için hiçbir makam ve hal düşünmemen ve halkın içinde kendinden daha kötü bir kimse görmemendir.

SELEF-İ SÂLİHÎNİN TEVAZUSU

Selef-i Sâlihîn, Hz. Peygamber’i ﷺ örnek alarak birbirlerine tevazu gösterirlerdi. Rivayet edildiğine göre Resûlullah ﷺ, hastayı ziyaret eder, cenazeye katılır, katıra binerdi. Kölenin davetine icabet eder, hayvanının yiyeceğini kendisi verirdi. Bazan evinin temizliğini yapardı. Yırtılan ayakkabısını dikerdi. Elbisesini yamardı. Koyun sağardı. Hizmetçisiyle birlikte yemek yerdi. Bazan hizmetçi yorulduğu zaman onunla birlikte buğday öğütürdü. Çarşıdan aldığı bir şeyi ailesine götürürken bizzat kendisi taşımaktan çekinmezdi. Zengin fakir herkesle tokalaşırdı. Geçimi çok kolaydı. Yumuşak huylu idi. Cömert tabiatlıydı. Güzel geçimliydi. Güler yüzlüydü. Kahkaha ile gülmeden yüzü tebessüm ederdi. Yüzü asık olmadan hüzünlüydü. Kendisini alçaltmadan tevazu gösterirdi. İsraf etmeden cömertlik yapardı. Kalbi çok yufka idi. Bütün müslümanlara karşı çok merhametliydi. Çok yiyip midesini doldurarak hiç geğirmemiştir. Hiçbir şeye aç gözlülükle el uzatmamıştır.

Hz. Ömer [radıyallahu anh] yolda hızlıca yürürdü ve, “İnsan böyle yürümekle hem ihtiyacını daha çabuk görür hem de kibirden daha uzak olur” derdi.

Bir defasında bir ihtiyacını gidermek için kalkınca ona, “Bize emretseydin yerine getirirdik” dediklerinde, ‘Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm” dedi.

Denilir ki: Zeyd b. Sâbit [radıyallahu anh] bineğine binmeye çalışırken Abdullah b. Abbas [radıyallahu anhümâ] hemen yanaşarak binmesi için bineğinin üzengisini tutmaya çalıştı. Zeyd,

“Ey Resûlullah’ın ﷺ amcaoğlu, lütfen bırak, böyle yapma!” dedi. İbn Abbas,

“Biz âlimlerimize böyle davranmakla emrolunduk” dedi. Zeyd b. Sâbit de hemen İbn Abbas’ın elinden tutup öptü ve, “Biz de Resûlullah’ın ﷺ ehl-i beyt’ine karşı böyle davranmakla emrolunduk” dedi.

Urve b. Zübeyr [rahmetullahi aleyh] anlatıyor:

“Ömer b. Hattâb’ı [radıyallahu anh] omzunda bir su kırbası taşırken gördüm. Kendisine, ‘Ey müminlerin emîri! Bu size uygun değil’ dedim. Bana, ‘Yanıma dışarıdan elçiler gelip sözlerimizi işitip itaat ettiklerini söylediler. O esnada nefsime biraz kendini beğenme ve kibirlenme duygusu geldi; onu bu şekilde kırmak istedim’ dedi ve kırbayı ensardan yaşlı bir kadının hücresine götürüp kabına boşalttı.”

Ebû Hüreyre [radıyallahu anh] Medine valisi idi. Bir defasında sırtında bir yük odunla çıkageldi. İnsanlara, “Emîre yol açın” diyordu.

İbn Abbas [radıyallahu anhümâ] şöyle demiştir:

“Bir kimsenin din kardeşinin içtiği suyun artığından içmesi tevazudandır.”

Ömer b. Abdülaziz’e [rahmetullahi aleyh], oğlunun bin dirhem vererek bir kaşlı yüzük satın aldığı haberi geldi. Hemen oğluna bir mektup yazarak şunları söyledi:

“Duyduğuma göre sen bin dirhem vererek kaşlı bir yüzük almışsın. Bu mektup sana ulaşınca derhal o yüzüğü sat, parasıyla bin aç kimseyi doyur ve kendine iki dirheme bir yüzük al. Onun kaşını Çin işi demirden yaptır ve üzerine şunu yaz: Nefsinin gerçek kıymetini bilen kimseye Allah rahmet etsin!”

Halife Ömer b. Abdülaziz [rahmetullahi aleyh] halka hutbe verirken giydiği elbiseleri hesaplattırdı, hepsinin on iki dirhem olduğu görüldü. O anda üzerindekiler şunlardı: Bir cübbe, bir sarık, bir gömlek, bir şalvar, iki mest ve başına örttüğü bir başlık.

İbrahim b. Edhem [rahmetullahi aleyh] şöyle demiştir:

“İslâmiyet’e tam olarak yöneldiğim günden beri şu iki şeye çok sevindim: Birincisi; bir defasında bir gemiye binmiştim. Gemide insanları güldüren bir kimse vardı. Benim saçlarımdan tuttu ve, ‘Biz, Türk diyarında bir kâfiri işte böyle yakalıyorduk’ diyerek saçımı çekti ve başımı salladı. Ben buna sevindim. Çünkü onun gözünde gemide benden daha hakir bir kimse yoktu. İkincisi; bir defasında hastalanmış, mescidde yatıyordum. Müezzin içeri girdi, çıkacak takatim olmadığı için ayağımdan tutup sürüyerek beni mescidin dışına çıkardı.”

Bir defasında da şöyle demiştir: “Bir gün oturuyordum. Biri geldi ve benim üzerime bevletti.”

Salihlerden birisi şöyle demiştir: “Misafire hizmet ettirmek mürüvvetten değildir.”

Şeyh Ahmad Haci Efendi

2025-03-01 (Ramazan 1446) №3.


SABIR

Sabır musibetlere katlanmak, güzelce sabretmek, şikâyet etmemek, nefse hâkim olmak, öfkeyi yutmak, güçlü olmak ve göğüs genişliğidir. Zünnûn-i Mısrî demiştir ki: “Sabır, Allah’ın ﷻ yasakladığı şeylerden uzak durmak,...


HİKMET GONCALARI

MÜNAFIKLARIN SÖZLERİNE DİKKAT ETMELİ Peygamber Efendimiz ﷺ buyurdular ki: “Ümmetim hakkında en fazla korktuğum şey, söz söyleme sanatında etkili ve bilgili olan bütün münafıklardır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,...


MEYMÛNE BİNT HARİS

Hz. Peygamber’in ﷺ hanımlarından olup müminlerin annesi kılınanlardan biri de Meymûne bint Haris’tir. Ailesi Beni Amir kabilesinin seçkinleridir. İslâm’dan önce evlendiği kocası Ebû Rühm ölünce Meymûne, Hz. Peygamber ﷺ ile...


DİLDEN GÖNÜLLERE NASİHAT

YA HAYIR KONUŞ YA DA SUS! Bin düşünüp bir söylemek sözü fert fert hepimizin dikkat etmesi gereken bir husustur. Bu sebeple ağzımızdan çıkan her cümleden sorumlu olduğumuzu bilerek hareket etmeli; hayra ve iyiliğe yönlendirmeyen her sözden...


ORUÇ

Oruç kelimesinin Arapça karşılığı, savm/sıyamdır. Savm, sözlükte “bir şeyden geri durma, bir işi yapmama” anlamına gelir. Dini bir terim olarak oruç, tutmaya ehil olan kimselerin niyet ederek, ikinci fecirden itibaren güneşin batışına kadar orucu...