HİKMET GONCALARI

MÜNAFIKLARIN SÖZLERİNE DİKKAT ETMELİ
Peygamber Efendimiz ﷺ buyurdular ki: “Ümmetim hakkında en fazla korktuğum şey, söz söyleme sanatında etkili ve bilgili olan bütün münafıklardır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/22)
Açıklama: Şüphe yok ki, biraz bilgisi olan, etkili konuşan ancak itikadı güzel olmayan bir şahıs münafıkça hareketlerde bulunursa onun şerrinden sakınmak gerekir. Çünkü yaldızlı sözleriyle ve yazılarıyla ifsat edici fikirlerini süsler, haktan yana görünür, nice gafil kimseleri kendi sapkın fikirlerini kabul etmeye ikna eder. Zamanımızda da birçok hatibin, araştırmacının konuşmalarını ve yazılarını ihtiyatla dinleyip okumak gerekir. Bugün öyle kimseler vardır ki, mukaddesatımıza tamamen aykırı şeyleri güya çağdaş olmanın gereğiymiş gibi herkese tavsiye edip dururlar. Fakat bunların bu sözlerine bakılırsa, birer ateş topu gibi parıltılarını müteakip sönüp gittikleri görülür. Sözlerinin içeriğinin ne kadar boş ve ifsat edici olduğu hemen ortaya çıkıverir.
SEHERLERDEKİ RÜYALARA İTİBAR ETMELİ
Resûlullah ﷺ buyurdu ki: “Rüyanın en gerçek olanı, seher vakitlerinde görülenidir.” (Tirmizî, Rüya, 3)
Açıklama: Rüya, uyku esnasında görülen şeydir ki buna dilimizde “düş” denilir. Rüya, ruhun uyku halinde daldığı gayb âleminden bazı hakikatleri farketmesi suretiyle meydana gelir. Rüyalar esasen iki kısma ayrılır. Biri, sadık rüyalardır ki, ruhun melekût âlemine ulaşmasıyla ortaya çıkan bazı hakikatlerdir. Diğeri de yalancı rüyalardır ki, uyanıklık esnasındaki kuruntulardan, mizacın bozukluğundan ve bazı şeytanî ilhamlardan ortaya çıkan asılsız rüyalardır. Rüyaların en gerçeği, seher vakitlerinde görülendir. Çünkü seher vakitleri en latif ve en nuranî zamanlardır. Seher vaktinde sabah namazı için bir kısım melekler yeryüzüne iner, gecenin karanlığı dağılır ve gün de ışımaya başlar. Seher vakitlerinde Allah’ın ﷻ rahmeti saçılır. Vücut, uykusunu alarak rahat etmiştir. Kalp de birtakım hadiselerden, düşüncelerden kurtulmuş haldedir. İşte bu gibi sebeplerden dolayıdır ki, seher vaktinde görülen rüyalar, geceleyin ve gündüzleyin görülenlerden daha gerçek, daha kuvvetlidir. Sadık rüyalardan bir kısmı çok açık olur. Yoruma, açıklama yapmaya gerek yoktur. Bir kısmı da üstü kapalı olup yorum ve açıklama ister. Hz. Yusuf’un on bir yıldız ile güneş ve ayın kendisi için secde ettiklerini rüyasında görmüş olduğu gibi. Birçok rüyanın görüldüğü gibi veya ona yakın gerçekleşmesi, ruhun ve başka bir âlemin varlığına açık bir delildir.
İLMİN DEĞERİNİ KORUMALIYIZ
Fahr-i Kâinat Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu: “İlmin âfeti unutmaktır. Ehli olmayanlara onu anlatmak da onu zayi etmektir.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sagîr, nr. 12.)
Açıklama: Bilgilerin devamı için kuvvetli bir hafıza lazımdır ve çalışmaya devam edilmelidir. İlmin değerini koruyabilmek için de onu anlamak kabiliyetinden mahrum ve kötü huylu kimselere öğretmemek gerekir. Böyle bir öğretim, fayda yerine zarar verir. İlmin, semeresiz kalmasına sebep olur.
ALLAH TEÂLÂ, ADALETLİ OLMAYI İSTİYOR
Habîb-i Kibriyâ Efendimiz ﷺ buyurdular: “Hâkim, hükmünde zulmetmediği müddetçe Allah(ın yardımı) hâkim ile beraberdir. Fakat zulümde bulundu mu, Allah ondan yardımını keser, ona şeytan musallat olur.” (Tirmizî, Ahkâm, 4.)
Açıklama: Bu hadis-i şerif işaret ediyor ki, adalet dairesinde hüküm vermek en şerefli ve faziletli amellerdendir. Çünkü bu haliyle hâkim, Allah’a ﷻ yakın olur. Fakat adalete uygun düşmeyen bir hüküm büyük bir günah olup sahibini hüsranlara uğratır, şeytanların vesvesesinden yakasını kurtaramaz.
Şüphesiz Allah Teâlâ bir âdil-i mutlaktır. Zulme asla razı olmaz. Zaten beşerin adaleti, ilâhî adaletin bir zerresi konumundadır. Asıl ve değişmeyen adalet Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Cenâb-ı Hak, yaratılmışları pek latif ve mükemmel bir şekilde yaratmış, her zerreye bir düzen koymuş, her şeyi bir istikamete, bir kabiliyete sabit kılmıştır. Bu sayede her şey kendisi için imkân dairesinde olan yüksek kabiliyetleri koruyabilecek konumdadır. İşte kâinatın her zerresinde görülen ilâhî adalet elbette insanlık hakkında da en güzel şekilde tecelli etmektedir.
Cenâb-ı Hak, zalimlerin, günahkârların yaptıkları cinayetlerden habersiz değildir. Onlar layık oldukları cezayı, gözlerin hayretler ve sıkıntılar içinde kalacağı bir güne, kıyamet gününe ertelemiştir. Bununla beraber insanlık hakkında ilâhî adaletin bu dünyada da daima tecelli ettiği görülmekte, bugün hevâ ve heveslerine düşkün olan insanlığın uğradığı musibetler, âfetler, savaşlar bütün bu mutlak adaletin birer tecellisi değil midir? Allah Teâlâ’nın adaletine bakınız ki, karalarda, denizlerde ortaya çıkan birtakım felaketler ve musibetler bile insanlık hakkında bir çeşit ilâhî lutuf sayılır. Çünkü Allah, âsi kullarına, yaptıklarını fenalıklardan bir kısmının cezasını bu surette tattırıyor. Tâ ki onlar uyansınlar, yaptıklarından utansınlar, tövbe istiğfar ile Allah’ın yardımını hak etsinler.