Nefs i̇le mücâhede

Nefsi hayırlardan alıkoyan iki sıfatı vardır. Biri, arzulara dalmak, ikincisi de ibadetlerden uzaklaşmaktır. Nefis kızgınlık içinde feveran ettiğinde, ona güzel ahlâk ile muamele ederek gücünü kırmaktan ve yumuşaklıkla ateşini söndürmekten daha güzel sonuç veren bir davranış yoktur.
Nefis gaflet ve ahmaklık şarabını içtiği zaman, onun bu sıfatının da kökünden temizlenmesi gerekir. Bunun için nefse; kıymetinin çok düşük, aslının basit ve işinin çirkin olduğunu hatırlatarak onu zillet cezasına çarptırmak ve böylece azgınlığını gidermek gerekir. Zünnûn-i Mısrî demiştir ki: “Halka, bozuk haller şu altı yoldan biriyle gelmiştir:
- Âhiret ameline karşı niyetin zayıf olması.
- Bedenlerinin arzularının rehini olması.
- Ecelleri yakın olmasına rağmen uzun yaşama düşüncesinin kendilerine hâkim olması.
- Halkın rızasını, Hâlık’ın rızasına tercih etmeleri.
- Kötü arzularına tâbi olup peygamberleri Muhammed’in sünnetini terketmeleri.
- Selef-i sâlihînin küçük hatalarını kendileri için (günaha dalma hususunda) bir delil yapıp onların bir menkıbelerini görmezden gelmeleri.”
Nefs ile mücâhede etmenin birçok yönü vardır. Büyük âlimler bunları kitaplarında zikretmişlerdir. Şimdi biz, bu hususta onların söyledikleri sözlerin bazılarını zikredeceğiz ki iyiliği ve Allah’ın rızasını talep eden kişi basiretle hareket etsin.
Âriflerden biri şöyle demiştir: “Biz tasavvufu kiyl-ü kâl ile (o şöyle dedi, bu böyle dedi gibi sözlerle) elde etmedik. Biz onu, aç kalarak, dünyayı terkederek, alıştığımız arzulardan alakayı keserek, emirleri yerine getirip yasaklardan sakınarak elde ettik.”
Hikmet ehlinden birine, “Nefis hangi bağ ile dizginlenir?” diye soruldu. O da şöyle cevap verdi: “Onu açlık ve susuzluk ile dizginle. Ondaki büyüklenme ve arzuları söndürerek onu zelil kıl. Zenginlerin giyim kuşamını terkederek onun kibrini kır.”
Ebû Yezîd el-Bestâmi’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben yüce Rabbimi rüyamda gördüm ve, ‘Ey Rabbim! Sana nasıl ulaşılır?’ dedim. O da bana, ‘Nefsini bırak ve gel’ buyurdu.” Şeyhlerden biri (Hasan Kazzâz) demiştir ki:
“Bu tasavvuf yolu üç şey üzerine kurulmuştur:
- İyice acıkmadan yememek.
- Uyku iyice bastırmadan uyumamak.
- Zaruret olmadıkça konuşmamak.”
Bir üstad (Ebû Ali-i Rûzbârî), talebesine: “Halka, âfetler üç şeyden gelmektedir. Bunlar; tabiatın hastalanması, âdetlere sarılmak ve kötü beraberlik” dedi. Talebe kendisine, “Tabiatın hastalanması nedir?” diye sordu. “Haram yemektir” dedi. “Kötü âdetlere sarılmak nedir?” diye sordu. “Harama bakmak, haram olan şeyleri işitmek ve gıybettir” dedi. “Kötü beraberlik nasıl olur?” diye sordu. “Nefsinde arzular galeyana gelince ona tâbi olmandır” dedi.
Âlimlerden biri şöyle demiştir: “Nefsimiz için günahkârdan intikam almamamız gerekir. Bilakis ondan özür dilememiz ve tevazu göstermemiz gerekir. Birine karşı kalplerimizde hor görme duygusu belirirse, bu duygu yok olana kadar ona hizmet etmemiz ve ona iyilikte bulunmamız gerekir.
” Özetle, nefsi kendisine değerli olanın dini kendisine değersiz olur. Dini kendisine kıymetli olanın da nefsi kendisine kıymetsiz olur. Avamın tüm çabası, ibadetleri yerine getirmektir. Seçkin kulların asıl gayesi ise, hallerini (kötü ahlâktan) arındırmaktır. Çünkü açlık ve uykusuzluğun sıkıntısına katlanmak basit ve kolaydır; kötü ahlâkı tedavi etmek ve düşük olan ahlâklardan kurtulmak ise zor ve meşakkatlidir.
Nefisten Razı Olmak
Nefsini ve onun düşük ahlâkını bilen bir kimse, yeryüzünde ondan daha kötü ve çirkin birini görmez. Kula nefsini tanımaktan daha elzem bir şey yoktur. Dolayısıyla kulun, ondan razı olmaması gerekir. Nefsini tanıdığı ölçüde kulun hali düzelir ve makamı yükselir. Şüphesiz nefsin terbiyesi, kötü ahlâklardan arınıp güzel ahlâklarla süslenerek olur.
Dolayısıyla ucub (kendini beğenmişlik), bütün çirkin ahlâkların temelidir. İlk terkedilmesi gereken kötü ahlâk odur. Ucub, güzel ahlâkları elde etmeye engeldir. Güzel ahlâkları elde etmenin şartı, ucbu terketmektir. Her kim kendini beğenmezse, güzel ahlâk ile ahlâklanmanın ve kötü ahlâklardan arınmanın basamağında olur. Çünkü insan, fıtratı gereği kemal sahibi olmayı sever ve noksanlıktan hoşlanmaz.
Dolayısıyla ucubtan kurtulursa; kendisinde bulunan fıtrat, onu güzel ahlâk ile ahlâklanmaya ve kötü ahlâktan arınmaya çağırır. Şayet insan, kendisinde bulunan noksanlığa karşı uyarılırsa, gurur onu (kötü ahlâka) sevk edemez. Eğer kemâle teşvik edilirse, ona karşı içinde bir coşku olur. Dolayısıyla kendisi için takdir olunan kemâl mertebesine ulaşana kadar, kötü ahlaklardan arınıp güzel ahlâkla süslenmek için ilâhî uyarılar ve insanın yatılışında bulunan fıtrat arasında gidip gelir.
Bilindiği gibi nefsin âfetleri içinde tedavisi en zor ve gizli olanı, onun övülmekten hoşlanmasıdır. Nefsin övülmeyi sevdiğinin alâmeti, övülme kesildiği zaman tembelliğe ve gevşekliğe dönmesidir.
Nefisten razı olup onu beğenmek, Allah Teâlâ’nın gazap ve azabının habercisidir. İbn Atâ’ya, “Kulu yüce Allah’ın gazabına en fazla düşüren şey nedir?” diye sorduklarında, “Nefsini ve hallerini güzel görmektir. Bundan daha kötüsü de, yaptığı amellere bir karşılık beklemektir” diye cevap vermiştir.
Nefsinin ayıplarını ancak onu suçlayan kişi görebilir. Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiçbir kuluna nefsinin gerçekte zelil olduğunu göstermekten daha büyük bir izzet vermemiştir. Yine Allah bir kulunu, nefsinin zelil olduğunu görmesinden perdelemekten daha büyük bir zillete düşürmemiştir.
Akıllı bir kimse nefsinden nasıl razı olur ki? Kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm olan Hz. Yusuf b. Yakub b. İshâk b. İbrahim bile, “Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder” (Yûsuf 12/53) demiştir.
Tefsir ehli şöyle demişlerdir: Yani nefsimi, bizzat nefis olması hasebiyle temize çıkarmıyorum. Bu faziletli davranışı da Allah Teâlâ’nın tevfiki olmaksızın sırf nefsimin tabiatının gereği olduğunu düşünerek ona isnat etmiyorum. “Çünkü nefis” yani, kendi dâhil bütün nefisler, “Kötülüğü emreder” yani çirkin davranışları ve günahları emreder.
Çünkü o, bâtıldan ve arzulardan çok zevk alır. Her çeşit kötü davranışa karşı son derece meyillidir. Böyle olmasaydı mahlûkatın nefislerinin çoğu, arzularının emrinde olmaz, onları yerine getirmek için çeşitli çarelere başvurmazdı. Aynı şekilde nefislerinden bu kadar kötülük sâdır olmazdı.
Buna göre denilebilir ki: Aklı tam ve Allah katında değeri yüksek olan kişi, nefsinin ayıplarını daha iyi görür. Nefsinin ayıplarını daha iyi gören kimse de nefsini daha çok suçlar ve onu daha az beğenir.
et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye adlı eserde şöyle denilmiştir: Nefis, tabiatı gereği daima kötülüğü emretme fıtratı üzere yaratılmıştır. Tabiatı ile baş başa bırakıldığında şerden başka bir şey yapmaz ve sadece kötülüğü emreder. Ancak Rabbi kendisine merhamet edip inayet nazarıyla bakarsa, tabiatını tersine çevirir, sıfatlarını değiştirip emirliğini memuriyete, kötülüğünü de hayra tebdil eder. Nitekim bundan dolayı Resûlullah şöyle dua etmiştir:
“Rabbim! Göz açıp kapayıncaya kadar ve bundan daha az bir süre dahi beni nefsimle baş başa bırakma.”
Şeyh Ahmet Abdullayev Efendin’in “Salihlerin Ahlak Bahçeleri” adlı kitabından alıntıdır